Joaquin Phoenix'in Napolyon'u canlandırdığı yeni destanı öncesinde Scott, baş karakterini Hitler ve Stalin'le kıyaslayan yorumlarıyla öfkeye neden oldu. İşin aslı nedir, diye soruyoruz.
Napolyon, Joaquin Phoenix'in canlandırdığı imparatorun yükselişinin destansı bir anlatısı olmayı vaat ediyor ve ilk eşi Joséphine (Vanessa Kirby) ile olan değişken ilişkisine odaklanıyor.
Sonucu görmemize daha aylar varken, Scott'ın sinema dergisi Empire'a verdiği bir röportajda yaptığı yorumlar sayesinde biyografik filmin etrafında ciddi bir tartışma dönmeye başladı. "[Napolyon'u] Büyük İskender, Adolf Hitler ve Stalin ile karşılaştırıyorum. Çok fazla kötülüğü var" diyerek karaktere bakış açısını açıkladı.
Fondation Napoléon'un akademik direktörü Pierre Branda verdiği demeçte, "Hitler ve Stalin hiçbir şey inşa etmedi ve sadece yıkım yarattı," dedi. "Napolyon ise bugün hala yerinde duran şeyler inşa etti." Fondation Napoléon'dan Thierry Lentz de aynı yazıda şunları söyledi "Napolyon ne Fransa'yı ne de Avrupa'yı yok etti. Onun mirası daha sonra kutlandı, benimsendi ve genişletildi." Peki işin aslı nedir ve Scott'un dayanacağı bir ayak var mıdır?
Parlak bir askeri komutan olan Napolyon, Fransız Devrimi'nin ardından Fransa'da siyasi istikrarsızlığın yaşandığı bir dönemde, 1799 yılında iktidarı ele geçirdi. Hayranları onun Fransa'yı devrim öncesi ancien régime döneminde olduğundan daha meritokratik bir ülke haline getirdiğini söylüyor. Hükümeti merkezileştirdi, bankacılığı yeniden düzenledi, eğitimi elden geçirdi ve hukuk sistemini dönüştüren ve diğer birçok ülke için model teşkil eden Napolyon kanunlarını yürürlüğe koydu.
Eğer Napolyon'u biriyle kıyaslayacak olsaydım, o zaman tarihte gereksiz savaşlar çıkaran mutlak bir hükümdar olan 14. Louis'ye giderdim.
Ama aynı zamanda Avrupa'da bir dizi kanlı savaş yürüttü ve en güçlü döneminde İber Yarımadası'ndan Moskova'ya kadar uzanan bir imparatorluk kurdu. 1812'ye gelindiğinde, Avrupa'da onun doğrudan ya da kukla yönetimiyle veya ittifak yoluyla kontrolünden kurtulabilen tek bölgeler İngiltere, Portekiz, İsveç ve Osmanlı İmparatorluğu'ydu. Nihayet 1815'te Waterloo Savaşı'nda İngiltere'nin önderlik ettiği bir uluslar ittifakı tarafından yenilgiye uğratıldı.
Napolyon ve Napolyon Savaşları, dönemin ve sonrasının İngiliz halkının zihninde büyük bir yer edindi. Karikatüristler ona takıntılıydı. Jane Austen'ın romanlarının arka planında yer alır. Örneğin 1813'te yayımlanan Gurur ve Önyargı'da Napolyon'un beklenen işgalini püskürtecek olan milisler yer alır. Charlotte Brontë, Brüksel'deki öğretmeni tarafından kendisine verilen Napolyon'un orijinal tabutunun bir parçasına sahipti. Arthur Conan Doyle'un büyük dedektifi Sherlock Holmes, kötü adam Profesör Moriarty'yi "suçun Napolyon'u" olarak adlandırır. George Orwell'in 1945'te yayımlanan Hayvan Çiftliği'nde diktatör olan domuzun adı Napolyon'dur. Ancak Napolyon'a diktatör demek - ve onu diğer kötü şöhretli diktatörlerle bir tutmak - gerçekten adil mi?
Onun hakkındaki farklı görüşler
Avustralya'daki Newcastle Üniversitesi'nde tarih profesörü ve Napolyon'un üç ciltlik biyografisinin yazarı Philip Dwyer böyle düşünmüyor. "Napolyon'un bir tiran olup olmadığı tartışılabilir - ben olsam tiran derdim - ama kesinlikle kendi halklarını acımasızca bastıran ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan iki otoriter diktatör olan Hitler ya da Stalin gibi değildi."
Hatta bazıları İmparatorluğun bir 'polis devleti' olduğunu, çünkü kamuoyunu takip eden gizli muhbirlerden oluşan karmaşık bir sistem olduğunu iddia etti." "Ancak çok az sayıda insan - rejimi devirmeye yönelik komplolara az ya da çok karışmış birkaç aristokrat, birkaç gazeteci - muhalefet ettikleri için Napolyon tarafından idam edildi. Eğer Napolyon'u biriyle kıyaslayacak olsaydım, tarihte, binlerce insanın hayatına mal olan gereksiz savaşlar çıkarmış mutlak bir hükümdar olan 14. Louis'ye kadar giderdim.
"Napolyon da - gerekli olup olmadıkları yine tartışmalı olan - milyonlarca insanın hayatına mal olan savaşlar yürüttü, ancak savaşlar sonucunda doğrudan ya da dolaylı olarak kaç sivilin öldüğünü bilmiyoruz."
Fransız gazeteci Anne-Elisabeth Moutet'de Napolyon'un Hitler ya da Stalin ile kıyaslanamayacağı konusunda hemfikir. Verdiği demeçte, "[Napolyon'un] toplama kampları yoktu. "Katliam için azınlıkları ayırmadı. Evet, müdahaleci siyasi polis vardı ama sıradan insanlar istedikleri gibi yaşayabiliyor ve istediklerini söyleyebiliyorlardı."